21 Şubat 2012 Salı

27 Aralık 2011 Salı

'Üç idolüm var: Che, Fidel ve John Lennon'


Sokrates; anti-atlet, sigara içen, alkol kullanmayı seven futbolcu ekolünün meşhur temsilcisi. Tüm dünya onu futboluyla olduğu kadar, sosyal konulardaki duyarlılığı ve aktif eylemci kimliğiyle de tanıdı. Brezilya'da hükümetin seçimle iş başına gelmesini yıllarca savunmuş, yeri gelmiş 1.5 milyon kişi önünde konuşmuş. Kirli sakalı, uzun bacakları, öldürücü topuk pasları ve 1982 Dünya Kupası'nın o unutulmaz kadrosu... Pele gibi “futbol elçisi” olma fikrini hep reddetmiştir. Çünkü, futbolun içindeki ticari etkinliklerden ve bu tip “saçmalık”lardan nefret etmektedir.

CORİNTHİANS DEMOKRASİ HAREKETİ
Futbolda Sokrates gibi büyük karakter sahibi oyuncular göremiyoruz günümüzde. Profesyonellik yükselen değer haline gelirken, atletik yeteneklerin ve çok fazla koşabiliyor olmanın her şeyin önüne geçtiği bir dönemdeyiz. Yeni nesil futbolcu üretiminden Sokratesler çıkmıyor.
O, Brezilya'nın 16-17 yaşında piyasaya sürdüğü “wonderkid”lerden değildi. Büyük bir isim olarak ortaya çıkması yirmili yaşlarının ortasını bulur. Çünkü yirmili yaşlarının başında tıp fakültesi koridorlarında yürüyor, hafta sonları ise Botafogo ile maçlara çıkıyordu. Mezun olduktan sonra Sao Paulo eyaletinin büyük kulübü Corinthians’a transfer olmasıyla Brezilya formasını da giymeye başlar. Brezilya’nın 1982 ve 1986 Dünya Kupaları’ndaki kaptanıydı. O unutulmaz takımın…

Kendisiyle yapılan bir röportajda politikaya olan ilgisinin 10 yaşında başladığını anlatıyor: “1964 yılıydı ve ülkede askeri darbe yapılmıştı. Henüz 10 yaşındaydım, babamın Bolşevik kitaplarını yaktığını hatırlıyorum. Politikleşmem böyle başladı. Futbol ise biraz tesadüf idi.”

Futbol Brezilya’da üst sınıfa ait bir spor iken, İngiliz şirketlerinde çalışan göçmen işçiler tarafından kurulmuş Corinthians futbol kulübü, Sokrates zamanında ülkedeki solun kalesi olur adeta. 1978 yılında Corinthians’a transfer olduğunda, ülkedeki rejimin mikro düzeydeki bir görünümü de tüm futbol kulüplerine sirayet etmiş durumdaydı. Sokrates, ülkedeki otoriter rejime karşı olduğu kadar kulüp yönetimlerinin futbolcular üzerinde uyguladığı benzer bir otoriteye de muhalifti. İkisine karşı da mücadele etti. Corinthians forması giydiği yıllarda Corinthians Demokrasi Hareketi’ni örgütledi. Amaçları futbolcular üzerindeki otoriter baskıyı kırmak ve tüm ülke yönetiminin de demokratikleşmesine katkıda bulunmaktı. Corinthians’da bunu başardılar. Yemek saatleri, antrenman saatleri ve benzeri basit konularda bile kulüp yönetiminin baskıcı tutumunu kırmışlardır. Bundan böyle, maçtan bir iki gün önce otele kapanıp kalmak yoktu ve takımla ilgili tüm kararlar ortaklaşa alınmaya başlanmıştı. Sokrates o ara futbolun popülaritesinin politik alandaki dönüştürücü gücünü görür.

DİKTATÖRLER YIKANIZ
Corinthians’ı 1982 yılı Sao Paulo eyalet şampiyonu yaptıklarında formalarına "demokrasi" yazdırırlar. Sorkates bu eylemleri için " Muhtemelen yaşadığım en mükemmel andı. Ve eminim; tüm takım arkadaşlarım için de öyleydi" diyor. Dönemin Brezilya’sındaki diktatörlüğün yıkılışında Sokrates ve arkadaşlarının kurduğu Corinthians Demokrasi Hareketi’nin de payı olduğu söylenir. Çünkü milyonlarca Corinthians taraftarı bu akıma kapılıp, diktatörlüğü devirmek istemiştir. Sokrates tüm bunları, insanların rejim karşıtı konuşmalar yapmaya en çok korktuğu zamanlarda yapıyor.
1982’deki şampiyonluk yaşadıkları takım için yıllar sonra şu sözleri söyleyecektir: “Oynadığım en mükemmel takımdı çünkü spordan öte bir şeydi. Politik zaferlerim profesyonel futbolculukta elde ettiğim zaferlerden daha önemlidir. Maçlar 90 dakika sonra biter ama hayat devam eder."

***

Dünya Kupası: İtalya-Brezilya
İspanya'da düzenlenen 1982 Dünya Kupası, ülkenin faşist Franco diktatörlüğünden henüz kurtulduğu bir döneme rastlar. Zico, Falcao, Eder ve Sokrates gibi yıldızlarıyla Brezilya kupanın favorisidir ama İtalya'da yabana atılacak bir takım değildir. Kaleci Dino Zoff önderliğindeki İtalya, Sevilla'da oynanan maçta Brezilya'yı 3-2 yener ve yarı finale yükselen taraf olur. İtalya'nın 3 golünü de Paolo Rossi atmıştır. İtalya'nın şampiyonluğa ulaşır ama tüm dünya bugün Sokrates'leri daha iyi hatırlıyor. Çünkü bir tarafta maç kazanmak üzerine kurulu pragmatik bir takım varken; diğer tarafta adeta bir sanat icra eden Sokrates ve arkadaşları vardı.

16 Aralık 2011 Cuma

3 BÜYÜKLER(!) Fenerbahçe, Galatasaray, Federasyon...



Kendilerini, Avrupa'nın en büyük takımı zannedip, Türkiye'de futbolun kendilerinden ibaret olduğunu sanan iki sermaye takımına TFF'nin yardımları bu sene erken başladı... Alex'i iyi niyetli(!) görüp melek(!) ilan eden, Engin Baytar ve Emander'i, büyük bir çabayla Trabzonspor maçına yetiştiren federasyon, faul yapıp yapmadığı bile tartışılan Zokora'ya 3 maç verdi..  Trabzonspor Kulübü bu karar için, "Kafalarda soru işareti bıraktı" diyor... Soru işareti mi kaldı, yıllardır başarılı olamayan Galatasaray'ı tekrar yukarılara çıkarma, Fenerbahçe'ye verdikleri cezalardan dolayı pişmanlık duyup, "en azından böyle yardım edelim" çabaları çok da şaşırılacak şeyler değil... Bu tek el olma isteğinizden dolayı Trabzonspor'a bir şey olmuyor, sadece siz çirkin gözüküyorsunuz... 

13 Aralık 2011 Salı

nostalji..

 Alman Paul Breitner, Bayern Munih - Köln maçında tüttürüyor, 1984

Liverpool kaptanı Emlyn Hughes, takım arkadaşı Kevan Keagen'a ödül verirken, 1972. 
Arkadakiler: Bill Shankly, John Toshack, Ray Clemence ve Steve Heighway

 Marco Van Basten, John Bosman ve Danny Blind soyunma odasında, 1987

Lutter Blissett ve John Barnes Watford'da... 1980

 Franz Beckenbeuer takımının Chelsea ile oynanayacak 
dostluk karşılaşması için Heatrow havaalanında, 1978

 BBC kameramanı, 1963 yılında Milan - Benfica arasında oynanan 
Avrupa Kupası final maçında kale arkasında

 Manchester United taraftarı, takımlarının Benfica ile oynadığı  
Avrupa Kupası finalini stadda izleyemediği için üzgün, 1968

Micheal Owen, 14 yaşında, 1993

18 Ocak 2011 Salı

"GELİYORUZ RECEP"

livorno taraftarı...
"Geliyoruz Silvio" pankartı asılıdır, İtalya'nın Livorno Şehri'nin garında. Livorno taraftarları bu pankartı, kendini İtalya'nın sahibi zanneden Silvio Berlisconi için asmıştır. Hatta futbolu da tekeline almaya çalışıp, milli takımın "Forza İtalya" sloganını seçim malzemesi olarak bile kullanmıştır Silvio.

Tanıdık geliyor mu bu, "Memleketin sahibi benim" tavırları (!)..

Bu tavırlar için, bir pankart açmasa da Galatasaray taraftarı, protestolarıyla "Geliyoruz Recep" sloganını Arena'nın her yerine kazıdılar... Sadece Galatasaray taraftarının tepkisi değildi tabii ki bu, sokağın da tepkisiydi... 




galatasaray taraftarı...
Yaptığı zamlara tepkiydi, "Al ananı da git" e tepkiydi, memleketi yabancı sermayeye satmasına tepkiydi, devletin her bir kurumunu kendi çıkarları için ele geçirme çabalarına tepkiydi, içkiyi yasaklamaya çalışmasına tepiydi, liseli ve üniversiteli gençlere, "bunlar terör örgütünün provakasyonlarıdır" demesine tepkiydi, bebeği için süt çalan kadını bebeğiyle birlikte hapse gönderilmesine tepkiydi, tekel işçilerinin analarından emdiği sütü burunlarından getirip, sokağa atmasına tepkiydi, "Gavur İzmir" laflarına tepkiydi, camilerin görüntüsünü bozuyor diye bir sanat eserine "ucube" demesine tepkiydi, "İzmirliler çok istiyorsa münasip bir yer bulup, bu heykeli bir yere yerleştirebilirler" söylemine tepkiydi, tehdit ettiği görsel ve basılı yayınların takipçilerinin tepkisiydi, suçsuz hizbullahçılar(!)ı salıvermesine tepkiydi...

Hiç mi düşünmedin bunca eziyet ettiğin, sıkıntı çektirdiğin, faşizan tavırlar sergilediğin insanlar arasında Galatasaraylılar'ın da olacağına. Ve onların bir gün bir araya gelip seni yuhalayacaklarını.

Ne Berlisconi gibi adamlar İtalya'nın sahibi olabilir, ne de Recep gibi insanlar bu memleketin sahibi. Bu memleketin sahibi, Galatasaraylılardır, Fenerbahçelilerdir, Trabzosporlulardır, Beşiktaşlılardır, Bursalılardır, "Gavur İzmirliler(!)"dir, üniversite öğrencileridir... Bu memleketin sahibi "Ucube(!) heykel" yapan sanatçılardır, hükümete yalakalık yapmayan gazetecilerdir... Bu memleketin sahibi üzerlerine polisi gönderilip joplatılan, biber gazı sıktırılan Tekel İşçileridir... Halktır bu memleketin sahibi, işçidir, memurdur, emekçidir...

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Ponpon kızları seyredenler de "Bertaraf' olacak!..

Açılışı tam bir fiyasko olan (Bakınınız; Radikal Gazetesi yazarı Bener Onar'ın makalesi) 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası'nda, C Grubu'nda Türkiye ile Rusya arasında oynanan maçta ponpon kızlar, Başkaban Recep Bey'in gelmesiyle görev almadı. Dünya Şampiyonası boyunca her maçın molalarında ve devre aralarında Ankara'da gösteri yapan Ukraynalı 10 kız, Recep Bey ve eşi Emine Hanım'ın salona gelmesiyle birlikte sansüre uğradı. Türkiye-Rusya maçında seyircileri coşturan ve danslarıyla büyüleyen 10 Ukraynalı kız bu gelişme üzerine gösterilerini gerçekleştiremedi. Çok afedersiniz "Çüş" demek istiyorum. Tevekkeli değil, Platini Avrupa Futbol Şampiyonası'nın organizasyonunu bize verdirmedi, yoksa ponpon kızlar yerine "Türban kızlar" çıkartırlardı bunlar...

26 Temmuz 2010 Pazartesi

BIRAKIN BU 'MASSA'LLARI !..



Ferrari Başkanı Luca di Montezemolo'nun tutarsızlıklarıyla başladı aslında Kırmızı Takım'ın düşüşü. Jea
n Todt'u göndermekle başladı işe, sonrasında sık sık dile getirdiği Fernando Alonso aşkı(!)  ve İspanyol pilotu takıma dahil etmesi... Ne olmuş şimdiye kadar şöyle bir bakalım. 

Sezonun 11. yarışı olmuş, Ferrari'nin lider (!) pilotu klasman liderinin 34 puan gerisinde, bugün aldığı puanlarla. Haa!! bu sezonki saçma puanlama sisteminde lidere yetişmesi olası mı, matematik olarak evet. Ama Bahrey'den sonra verdikleri "yarışamama arası"nı göz önüne alırsak bir başka duble için 5-6 yarış daha beklemek gerekecek. O zaman da sezon sonu gelecek ve Ferrari, "Schumacher'den önceki orta sıraların takımı" durumuna geri dönecek. 

Tabii ki bir kehanet değil benimkisi, yada arzum bu yönde gelişmiyor ama şimdiye kadar olan yanlış takım stratejileri, Montezemolo takıntıları, ve bugün patlak veren, "Fernando senden hızlı(!)" uyarısıyla Felipe'nin kenara çekilmesinin emredilmesi...

Bugünkü yarışa şöyle bir bakıyorum da, çoğunlukla Felipe'nin dereceleri Fernando'nun derecelerinden çok daha iyiydi, bir kaç tur haricinde... Hatırlayalım mı!..

* Startta, Vettel Alonso'nun önünü kapatmaya çalışınca Massa oluşan boşluğu iyi değerlendirerek iki pilotunda önüne geçmeyi başarıyor.

* 7. tur geride kalıyor Massa lider ve 1.5 saniye gerisinde Alonso var. Ferrari pilotlarını Vettel 3 saniye geriden takip ediyor.

* Fernando Alonso en hılzı turu eline geçiriyor,  Massa ile arasındaki fark halen 1,5 saniye... 

* Pit stoplar sonrası Alonso tur bündirmede Massa'yı geçmeye çalışıyor, ancak Massa harika bir savunmayla Alonso'ya geçiş iznivermiyor. Serhan Acar'ın verdiği bilgiye göre Alonso telsizden takıma Masa'nın savunmasından sonra "Gülünç" şeklinde bir şeyler söylüyor. (Bak sen İspanyol'a!.. Ne olacaktı, senin öne geçmene izin mi verecekti!.. Hiç mi şahit olmadın bu sezon, Wettel-Weber ve Hamilton-Button kapışmalarına.)

* Bir kaç tur sonra Massa en hızlı turu eline geçiriyor.

* 24. tur geride kaldığında. Massa en hızlı tur zamanını bir kez daha geliştriyor, Alonso Masa'nın 1.8 saniye gerisinde hala...

* 3 tur geçmiyor ki Massa arayı açmaya devam ediyor. Fark 3 saniyeye yükseliyor.

* Massa hızını arttırarak yarışa devam edoyor. Bir kez daha en hızlı zamanı eline geliştiriyor Alonso ile arasındaki fark 3.2 saniyeye yükseliyor.

Alonso'nun biraz hızlanmasıyla takımdan Massa'nın kulağına söylenen, "Fernando senden hızlı" uyarısından sonra Massa yol veriyor takım arkadaş(!)ına... Şimdi soruyorum, bu kadar agrasif, bu kadar hızlı yarışan Massa, Alonso'ya direnemez miydi 52. turdan bitime kadar!.. Bence direnirdi, hem de krallar gibi. Ferrari bu emirle hem kuralları çiğnemiştir, hem de Felipe'yi kaybetmiştir kanaatimce. Gerçi emir garajdan mı gelmiştir, Montezemolo'dan mı bilemem!.. Bırakın bu "MASSA"lları!..

Bir zamanlar Barichello da Schumacher'e yol verdiğinde Efsane ne yapardı hatırlar mısınız... Kürsüde kendi kupasını Barichello'ya verip onu işaret ederdi, "1'inci" diye... 

Geçtiğimiz günlerde Miami'ye transfer olan LeBron James için, "Asla Jordan olamaz, geride bırakacağı miras bile etkilendi" demişti Charles Barkley. Ben de buna atıfta bulunarak, Alonsa için şunu söylemek istiyorum: "ASLA SCHUMACHER OLAMAZSIN"...